sliderdd

Otokrasi (Cihan Uzunçarşılı Baysal/Karşı - 5 Mart 2014)




Türkiye, bugün, insan hakları, adalet ve hukuk normlarını alenen çiğneyen bir iktidarın yönetimde Orwell romanlarını aratmayacak derecede paranoyak bir gözetim ve denetim toplumuna hızla savrulurken, Ne oluyoruz, sorusu da sıklıkla dile getiriliyor. Askeri vesayet rejimini sonlandırdığı, Kürt sorununda cesur adımlar atabildiği, ekonomiyi başarılı yönettiği ve reformları yetersiz olsa da AB projesinden kopmadığından AKP’yi başarılı bulan çevreler ile Türkiye’yi model gören başta ABD ve AB ile uluslararası kamuoyu da şaşkın. Ama ne gam! Kopenhag Kriterleri yolundan geri vitese takmış bir iktidar, çıkarttığı yasalarla adım-adım otokrasiye götürüyor.

Yazıda tam aksini savunacağız; AKP’nin aslında hiç değişmediğini, otokratik yönetimini iktidara gelişinden itibaren önce mekan üzerinden gerçekleştirdiğini daha sonra yaşamın her veçhesine yaydığını ileri süreceğiz. 

İktidarın Mekan Müdahalesi Aracı: TOKİ ve Çevre Şehircilik Bakanlığı
AKP, 2002’de iktidara gelir gelmez TOKİ’nin yetkilerinin kapsamını yasalarla genişleterek yeniden yapılandırır. TOKİ artık elçilik ve konsolosluklar hariç Türkiye’nin tüm arazi ve arsaları hatta binaları üzerinde söz sahibidir; her çeşit dönüşüm/ yenileme/ afet projesi uygulamaya, plan tadilatı yapmaya yerel yönetimler üzerinde yetkilidir. AKP, 1990’da Sayıştay denetiminden çıkartılan kurumu, Kamu İhale Kanunu denetiminden de çıkartır. Doğrudan Başbakana bağlı olarak sadece Devlet Denetleme Kurulunca denetlenebilen TOKİ hesap verebilirlilik ve şeffaflık gibi demokratik kriterlerden azadedir; dolayısıyla, yatırımlarını siyasal iktidarın tercihleri doğrultusunda rahatlıkla gerçekleştirerek kentsel rantı dağıtabilir.

Amacı alt gelir gruplarına konut üretmek olan TOKİ, yasalar ve düzenlemelerle bambaşka bir kimliğe bürünerek doğrudan iktidara bağlı, iktidarın talepleri doğrultusunda projeler yürüten, kent mekânını neoliberal politikalarla tanzim ederek kentsel rantı yerli ve yabancı sermayeye aktaran bir araca dönüştürülür. Daha sonra Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kurulmasıyla iktidarın mekan üzerindeki hegemonyası daha da merkezileşecekir. Böyle merkeziyetçi bir yapıda, demokrasinin inşa edildiği yerelliklere yer yoktur, ne yerel yönetimlere ne de etkilenen nüfuslara söz hakkı vardır. Bu nedenle faş eden yolsuzlukların, hukuksuzlukların kentsel ranttan doğuşu da, Bayraktar’ın topu Başbakan’a atarak söyledikleri de hiç şaşırtıcı değildir. AKP, kendine yontan bu antidemokratik yolu 2002’den bu yana TOKİ mevzuatı ve dönüşüm, yenileme, afet yasaları ile adım-adım döşemiştir. Önce TOKİ, sonra Çevre Şehircilik Bakanlığı eliyle iktidar mekan üzerindeki hegemonyasını kurmuştur.

Araçsallaştırılan / Tanınmayan Hukuk
Bu süreçte, kazanılan her hukuki mücadele sonunda yeniden çıkartılan yasalarla mücadele yolunun tıkanışına; cim karnında nokta plan değişiklikleriyle iptal edilen planların yeniden kotarılışına, tarih ve kültür varlıklarını yağmalayan, yeşil alanları, yaşam alanlarını talana açan, kamu yararı yerine sermaye yararı projelere karşı çıkan koruma kurullarının dönüştürülüşüne, mahkemelerin yürütmeyi durdurma kararlarına rağmen devam eden inşaatlara, hukuku alenen çiğneyen mülki amirlere ve tekmili birden mekan üzerinden hukukun hiçe sayılışına şahit oluruz.

Demokrasi mücadelesi olarak mekan
Ayazma’nın son tandır ocağı söndüğünde, Sulukule’de son darbuka sustuğunda, Tarlabaşılının yüreğine ateş düştüğünde; Tokludede’nin yatırı butik otele dönüştüğünde, hatta en zayıf halkalar Küçükbakkalköy ve Kağıthane Romanlarının mahalleleri acımasızca dozerlendiğinde… İşte ol hikaye aslında taa o zamanlar başlamıştı.

Otokrat, kentin merkezinde kim kalacak kim göç edecek tayin etmişti, hangi kamusal alanı / binayı /parkı kime verecek, kim nerede ne kadar kentsel rant sağlayacak her şey hesaplı kitaplıydı. Ta ki elini o 3-5 ağaca da uzatana dek. İktidarın dayanağı kentsel rantın arsızca sırıtışı kadar otokratik yüzü de orada ortaya çıktı. Ve aslında bu yüzdendir Gezi’ye de bunca hınç!